Gaziantep Kalesi, Türkiyede ayakta kalabilen kalelerin en güzel örneklerinden birisi olup, gerek ihtişamı ve heybetiyle, gerekse bir sır gibi gizlediği tarihiyle şehir merkezinde, Alleben Deresinin güney kenarında, yaklaşık 25-30 m. yükseklikte hemen herkesin dikkatini çeken bir tepe üzerindedir.
Gaziantep Kalesinin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı hususunda kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte tarihi günümüzden 6000 yıl geçmişe, kalkolitik döneme kadar giden bir höyük üzerinde kurulduğu, M.S II-III yüzyıllarda ise kale ve çevresinde Thebanisimli küçük bir kentin olduğu bilinmektedir.
M.S. II-IV. yüzyıllarda Kalenin, ilk olarak Roma döneminde bir gözetleme kulesi olarak yapıldığı ve zaman içerisinde genişletildiği yapılan arkeolojik kazılar neticesinde anlaşılmıştır. Bugünkü biçimini ise Kaleler Mimarı olarak adlandırılan Bizans İmparatoru Justinyanus döneminde M.S. VI. (M.S 527-565) yüzyılda almıştır. Yine bu dönemde kale önemli bir onarım geçirmiş olup, onarım sırasında tesviyenin sağlanması için, güney bölüm kemerli ve tonozlu galerilerden oluşan substrüksiyon (temel) yapılarıyla donatılmış, bu galerilerle birbirine bağlanan kuleler inşa edilmiş ve sur bedenleri batı, güney ve doğuya, tepenin sınırına kadar genişlemiştir. Kale bu haliyle çapı yaklaşık 100 m., çevresi 1200 m. olan gayrı muntazam dairesel bir şekle sahiptir. Kale bedenleri üzerinde 12 adet kule mevcuttur. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kalenin 36 burcundan bahsetmektedir. Günümüzde ise bunların yalnızca 12 tanesini görebilmekteyiz. Geri kalan 24 burcun ise kalenin dış surları üzerinde bulunduğu ve günümüz kadar gelemediği sanılmaktadır. Kale çevresinde, eni 30 m., derinliği ise 10 m. olan bir hendek bulunmakta ve kaleye geçiş ise köprü ile sağlanmaktaydı. Kale köprüsünü geçip, asıl kale kapısına ulaşmadan, sol tarafta ise halk tarafından İmam-ı Gazali Hazretlerinin Makamı olarak adlandırılan bir burç bulunmaktadır.
Bizans dönemini takip eden yıllarda özellikle Memluklular, Dulkadiroğulları ve Osmanlılar ihtiyaca göre kaleyi zaman zaman onarmışlar ve buna dair de onarım kitabeleri koymuşlardır. Kale ikinci defa, 1481 yılında Mısır Sultanı Kayıtbay tarafından elden geçirilmiştir. Ana kapı üzerinde yer alan kitabeden, ana kapı ve kale köprüsünün iki yanındaki kulelerin, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1557 yılında yeniden yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Asıl kale kapısından girince, kalenin iç kesimlerine ve üstüne doğru açılan iki yol vardır. Sola açılan yoldan, kalenin üst kısmına ulaşılır. İç kesimlerine doğru devam eden yoldan ise; galeri, dehliz ve kale odalarına ulaşılır. Kalede ana kütle altında ise bir su kaynağı bulunmaktadır.
1989 yılından bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Gaziantep İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından tahsis edilen ödenekler ile aralıklı yapılan kazı ve restorasyon çalışmaları ile kalenin çevresi belirlenmiş, koruma duvarı yapılmış, çıkış yolu ıslah edilerek, taş döşenmiş, yaklaşık 190 m. uzunluktaki galeri temizlenmiş, sur bedenleri onarılarak yükseltilmiş, ana kapılar aslına uygun olarak yapılmış ve diğer kapı girişleri, demir parmaklıklarla kapatılarak, tehlikeli durumdan kurtarılmıştır. Bu çalışmaların teknik aşamaları ise Gaziantep Arkeoloji Müzesi tarafından yürütülmüştür.
Halen Gaziantep Arkeoloji Müzesi tarafından yürütülen arkeolojik kazılar sonucunda, Osmanlı dönemine ait bir hamam ile 2000 yılında yapılan kazılarda ise, bir camii ortaya çıkartılmıştır. Hamamın banyo, buhar odası ve buhar odası ve bacaları ortaya çıkarılmıştır. Buhar odasının köşesinde bulunan kanallar vasıtasıyla içeride buhar fazlalaşınca dışarıya verildiği sanılmaktadır. Hamam; mimari olarak pek gösterişli olmamakla birlikte teknik bakımdan üstün özellikler taşımaktadır. Cami ise Osmanlı mimarisi tarzında olup, dikdörtgen planlıdır. Caminin güney cephesinde yarım daire şeklinde mihrap, mihrabın sağında ve solunda ikişer adet kitap koyma bölümleri ve mihrabın sol tarafında güneyden dışarıya açılan bir kapı girişi ortaya çıkartılmıştır. Ayrıca mihrabın sağ tarafından kızaklı bir minberin de yeri bulunmuştur.
Ayrıca 2002 yılından günümüze kadar devam eden kazı çalışmalarında ise Kale Hamamının kuzeyinde, Kale Camisinin doğusunda ve güneyinde 5x5 metrelik açmalarla kazı çalışmaları sürdürülmektedir. Bu kazılarda çeşitli mimari yapı kalıntıları, çok sayıda Erken İslam, Bizans ve Osmanlı dönemine ait seramik parçaları, metal parçaları, mermi çekirdekleri, çoğunluğu Bizans dönemine ait çok bilezik parçaları ile pişmiş toprak kandiller, Bizans ve Osmanlı dönemine ait sikkeler, çok sayıda demir gülle, çakmaklı tüfek parçaları ve pişmiş topraktan yapılmış bazıları mühürlü pipo(lüle) parçaları ile bazı hayvan kemikleri ele geçmiştir.
Kalenin aydınlatma çalışmaları 2013 yılında Gaziantepli iş adamı Reşit Göğüş tarafından yapılmış olup tüm bu yapılan ve yapılacak olan çalışmalarla Gaziantep Turizmine kazandırılan ve Gaziantep Turizmine bir güneş gibi doğan Gaziantep Kalesi bütün ihtişamıyla ziyaretçileri beklemektedir.
|
Araban Kalesi |
|
Araban (ortaçağdaki adıyla Raban), yöresinde yapılan kazılar ilk yerleşimin Tunç Çağına (MÖ.3000-1200) kadar indiğini göstermektedir. Arabanda bulunan kalenin de ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber XI. Ve XIII. yüzyıllarda kalenin önemini koruduğu çeşitli kaynaklardan öğrenilmektedir. Özellikle Urfa Haçlı Kontluğu, Ermeni Krallığı, Memluklu ve Arap akınları sırasında bu kale stratejik öneminden ötürü sürekli işgal edilmiştir. Haçlı Seferleri sırasında da kaleden kaynaklarda söz edilmiştir. Urfa Haçlı Kontluğu ile Ermeniler arasında sık sık el değiştirmiş, daha sonra da Antakya Kralının eline geçmiş ve yeniden Ermenilere bırakılmıştır.
Araban Kalesi bu tarihi dönemler içerisinde kolay fethedilemeyen bir konumda olup, güçlü bir yapıya sahiptir. Anadolu Selçuklularından Mesut Kılıçarslan (1148-1150) Araban Kalesini ele geçirmiş, daha sonra 1155te de Atabey Nurettin Mahmut Zengi kaleyi onlardan almıştır. Bundan sonra Halep Eyyubileri, Anadolu Selçukluları (1218), İlhanlılar (1259), Memluklar (1260), Dulkadiroğulları, tekrar Memlukluların ve 1258de de Osmanlıların eline geçmiştir.
Osmanlı döneminde Birecik Sancağının Rumkale kazasına bağlanan Araban ile birlikte kale önemini yitirmiş ve terk edilmiştir.
Kale, Araban ilçe merkezinde 35 m yükseklikte ve üzeri oldukça düz olan prehistorik bir höyük üzerinde yer almaktadır. Kalenin gözle görülen kalıntıların hemen hepsi ortaçağda yapılmış kale-şehirden kalanlardır. Ortaçağ kalesinin planını ve detaylarını elde etmek henüz mümkün olmamıştır. Tepe üzerinde blok taşlarla inşa edilmiş, camii olarak kullanılmış büyük bir yapı dikkati çekmektedir. Kale 1940 yılına kadar ayakta iyi durumda kalmış, daha sonra çevre halkı tarafından taşları sökülerek yavaş yavaş ortadan kalkmıştır. 95.00x85.00 m2lik bir alanı kaplayan kalenin sur duvarlarının içerisinde camiden başka, su deposu ve erzak depoları da bulunuyordu.
Araban İç Kale Camiinin inşa kitabesi ve vakfiyesi bulunmamaktadır. Bu nedenle tarihlendirme konusunda kesin bir sonuca varmak mümkün görünmemektedir. Ancak, Memlûkluların Birecik, Kahta, Ravenda, Rumkale, Gaziantep ve Araban kalelerini sınır bölgesi kabul ederek sürekli ellerinde tutmaları, bu bölgelerde birçok yeni yapılar inşa etmeleri ve hakimiyetleri döneminde bu kaleleri tahkim etmeleri caminin enine gelişen iki sahınlı bir plâna sahip olması, savunma amacıyla yekpare taşlardan ve çok az sayıda pencerenin olması, mihrabın genel kurgusu gibi özelliklerden yola çıkarak, ayrıca bölgeye hakim güçler göz önünde bulundurulduğu zaman yapı XII-XIV. yüzyıllara tarihlendirilmektedir.
1940lı yıllarda kale talanı sırasında caminin giriş kapısının büyük bölümü toprak ve taş yığını içinde kalmıştır.
Araban İç Kale Camii enine gelişen iki sahından oluşan bir plâna sahiptir. Sahınların üzeri tonozlarla örtülü olup, dıştan düz dam şeklindedir. Cami, zeminin altında inşa edilmiştir. Duvarlarının kalın olması ve fazla pencere olmaması, yapının savaş anında korunma mekânı olarak kullanıldığını göstermektedir. İç mekânın zeminin altında inşa edilmesi de bunu doğrulamaktadır.
Kıble duvarındaki iki nişin işlevinin çile bölümü gibi düşünüldüğü tahmin edilmektedir.
Mihrap, plân olarak Memlûklu dönemi camilerine, dış çerçeve olarak da Diyarbakır Mesudiye Medresesine (1223) benzemektedir. Dış cephe düzeni olarak yine Memlûklu dönemindeki yapıları hatırlatmaktadır. İbadet mekânının yarıdan fazlasının zemin altında inşa edilmesi şekline ise, bu cami dışında pek rastlanmamaktadır. Birgi Ulu Camii de zeminin altında olmasına karşın bu cami gibi ibadet mekânının dışa açıklığının fazla olmaması gibi bir özelliği yoktur.
Plân bakımından Memlûklu dönemine ait Kahire Temin El Rasafi Camiine (1462), Akkoyunlu döneminden Mardin Şeyh Mahmud Türk Camiine (XVII yüzyıl, ve Hasankeyf Küçük Camiine benzemektedir.
Türk sanatı bakımından önemi ise, ibadet mekânının zeminin altında yer alması, iç mekânın doğrudan savunma amacıyla kalın duvarlara sahip olması, kıble duvarındaki iki hücresi, mihrap kurgusu ve örtü sistemi gibi özelliklerinden dolayı büyük bir öneme sahiptir. Bu caminin ivedilikle kurtarılarak işlev kazandırılması gerekmektedir.
|
Rumkale (Hromgla) |
|
Gaziantep ili, Yavuzeli ilçesi, Kasaba köyünün yakınında bulunan Rumkale; Gaziantep sehir merkezinden 62 km. Yavuzelinden ise 25 km.uzaklıkta, Merzimen Çayının Fırat Nehri ile birleştiği yerde, dik kayalar üzerindedir, gayet sağlam ve müstahkem bir kaledir. Rumkaleye Kasaba köyünden ve Halfetiden teknelerle kolaylıkla ulaşılmaktadır.
Günümüze kadar geçen tarihi süreç içerisinde çeşitli adlar ile anılır olmuştur. Asurlar Şitamrat, Süryaniler Kal'a Rhomayta, Ermeniler Hromklay, Memlüklüler Kal At el-Müslimin adını verdikleri kale, daha sonraları kale-i Zerrin (Altın Kale), günümüzde ise Rumkale adıyla anılmaktadır.
Rumkale 120x230 m. ebadında yaklaşık 3500 metre karelik bir alanı kaplamakta, doğayla uyumlu bir mimariye sahip olup büyük ve kesme taşlarla inşa edilmiş, bir tanesi doğuya yani Fırat nehrine diğeri ise Merziman Çayına açılan iki kapısı bulunmaktadır. Kuzey ve Doğuda bulunan surlarda dikdörtgen bir plana sahip yedi burç ve kuzeyde çok sayıda mazgal pencere yer alır. Günümüze kadar sağlam olarak gelebilmiş olan burçlar surlar kuzey kesimindedir. Kalenin güney kesimi ise 12. yy başlarında, 30 m. yüksekliğinde ve 20 m. genişliğinde insan eli ile oyularak hendek haline getirilmiştir.
Rumkale'yi 1838 yılında ziyaret eden Mareşal Helmut Von Moltke, kayanın nerede bittiği, insan eserinin nerede başladığını kestirmenin güç olduğunu ve kaleden bakınca Fırat nehrinin gümüş bir şerit gibi ayaklar altında uzanıp aktığını belirtmektedir. Kale iki beden halindedir. Birinci beden; kalenin doğu, kuzey ve batıda doğal kayalığın dik olarak yontulmasıyla, doğal sur meydana getirilerek oluşturulmuştur. İkinci beden ise bu doğal surun üstüne sert kalker kesme taslarla sur duvarı olarak yapılmıştır. Kuzey ve doğu surlarında dikdörtgen planlı 7 burç ile kuzeyde çok sayıda mazgal pencere yer almaktadır. Kalenin güney yöndeki kayalık uzantısı 12. yüzyılda 30 m. derinliğinde ve 20 m. genişliğinde oyularak uçurum (hendek) haline getirilmiştir. Böylece, savunmaya yönelik olarak karayla kalenin direkt ilişkisi kesilmiştir. Kale 120m. genişliğinde ve 200m. uzunluğunda bir alanı kaplamaktadır.
Rumkale bir zamanlar Halfeti (Şanlıurfa) ile Gaziantep arasında sınır oluşturan Fırat ırmağı kıyısında yer alırdı. Merzimen çayının suyu Rumkale dibinde, derin ve sarp vadi içinde akan Fırat nehrine karışırdı. Baraj sularının birikerek derin vadileri doldurmasından sonra günümüzde üç yanı Baraj gölüyle çevrilmiş olup, yarım ada görünümündedir. Eski çağlarda kalenin eteklerinde ise aşağı şehir bulunmaktaydı. Rumkalenin doğu ve batıdan olmak üzere iki ana giriş kapısı mevcuttur. Doğu girişi Fırat nehriyle, batı girişi ise Merzimen çayı üzerine kurulmuştu. Bugün sadece ayaklarının kalıntısı mevcut olan köprü, kara ile irtibatı sağlamaktaydı. Buradan patika yolla kalenin giriş kapısına çıkılmaktadır.
Batı cephesinde yol üzerine 20m. aralıklarla 4 tane kule seklinde kapı yapılarak savunma açısından büyük kolaylık sağlanmıştır. Batı surlarda kuzeyden itibaren birinci kapı dikdörtgen planlıdır. Nöldeke birinci kapının olduğu yerde bir türbe ve bir iskele olduğundan bahsetmiştir. kinci kapı kareye yakın dikdörtgen planlı yarım daire seklindedir. Üçünçü kapı tahrip olmuştur. Dördüncü kapı kare planlı haç tonozludur. Besinci kapı kalenin Fırata bakan doğu cephesindedir. Dikdörtgen biçimli bu kapı, içte biri yuvarlak, diğeri sivri kemerli iki niş içine alınmıştır. Kalede beden duvarları ve burçlardan başka, bugün görülebilen kalıntılar arasında Sair Aziz Nerses kilisesi, Barsavma manastırı, su sarnıçları ve su kuyusu sayılabilir. Kuyu basamaklarla Fırat nehrinin seviyesine kadar inen 8m. genişliğinde ve yaklaşık 75m. derinliğindedir. Fırat nehrinden su temin etmek için yapılmış olan bu kuyunun gizli bir geçit olduğu da rivayet edilmektedir. Kuyunun silindirik iç yüzünde kayanın oyulmasıyla helezonik bir merdiven meydana getirilmiştir. . Bu merdiven ile ilgili bir rivayete göre Rumkale Beyinin yönetimi devredeceği bir oğlu olmuş. Oğlunun adını Nergis koymuş. Bu oğlanın o kadar güzel ve biçimli bir yapısı varmış ki onu gören tüm genç kızlar ona âşık olur ancak aşkına karşılık bulamayınca yıkılır ve intihar ederlermiş. Delikanlı buna bir anlam veremezmiş. Günlerden bir gün Kale saldırıya uğramış. Kalenin Beyi saklamak ve kaçırabilmek amacıyla oğlunu Rumkale su kuyusuna indirmiş. Kuyunun dibindeki su çok berrakmış. Tıpkı bir ayna gibi olan suda delikanlı kendi görüntüsünü görmüş ve ona âşık olmuş. Eğilip yansımasına ulaşmak isteyince de önce kuyunun dibine oradan da Fıratın sularına yuvarlanarak boğulmuş. Denirmiş ki: Delikanlının boğulduğu yerde bir çiçek bitmiş, adına Nergis denmiş. Dünyanın en güzel kokan çiçeklerinden biri olan Nergis buradan tüm dünyaya yayılmış. Ama hiçbir yerde Rumkaledeki kadar güzel kokmazmış.
Bunlardan başka kale içinde işlevi tespit edilemeyen çok sayıda yapı kalıntısı mevcuttur. Kaledeki yapıların bir çok bölümü ana kayanın oyulması ve düzleştirilmesiyle yapılmıştır. Surlarda ve burçlarda örgü malzemesi moloz tas, kaplama malzemesi olarak büyük boyutlu düzgün kesme taslar, kemerlerde ise tuğla görünümü verilmiş kesme taslar kullanılmıştır. Şair Aziz Nerses Kilisesi: Rumkalenin güneyinde yer alan hükümranlık kilisesini 1173te Şair Aziz Nerses yaptırmıştır. 18. Yüzyılda Rumkaleyi ziyaret eden Richard Peacock bu yapıdan Gotik tarzda küçük ama güzel bir kilise olarak bahsetmiştir. Doğu-batı doğrultusundaki kilise dikdörtgen planlı, üç nefli ve üç apsislidir. Batısında narteks yer alır. Sadece absisin doğu cephesinin bir bölümü toprak üstündedir. Dogu cephesinin ortasında silmeli çerçevenin iki yanında birbirine benzer kabartmalı levha bulunur. Sol levhada haç ve Rumi süslemenin olduğu kabartmanın altında baslarını geriye çevirmiş karşılıklı duran iki aslan, sağ levhada ise iki palmet arasında basını sağa çevirmiş, kanatlarını açmıs bir
kartal kabartması vardır. Bu kilise slami dönemde cami olarak kullanılmıştır. Barsavma manastırı: Kale içinde kuzeyde yer alır. 13. yüzyılda Yakubi azizi Barsavma kendi adına inşa ettirmiştir. Birbirine bitişik iki yapıdan bazı bölümler ayakta kalmıştır. Kuzey cephesini kaya kütlesi oluşturur. Kare planlı olan yapı haç tonozlarla örtülmüştür. Duvarlarda büyük tas bloklar halinde kesme taslar, payelerde ve batı mekanın kapısında düzgün kesme taslar, kemerlerde ve örtü sisteminde ise tuğla görünümü verilmiş kesme taslar burada da kullanılmıştır. Yakınında bir de kuyu mevcuttur. Kalede toprak üstündeki yapılar 12-14. yüzyıllar arasına aittir. Bunlar içinde en eski yapının hendek olduğu ifade edilmektedir. Fırat nehri boyunca ele geçen çakmak tasından yapılmış aletler ve diğer kalıntılar, insan oğlunun Rumkale ve çevresinde yontma tas (Paleotik) döneminden beri yerleştiğini kanıtlamaktadır. Bu dönemden sonraki iskan yerlerini ise Fırat vadisinde Tunç çağından başlayıp Kalkolitik döneme kadar inen höyüklerle izlemekteyiz. Rum kale ve çevresiyle ilgili antik kaynaklardaki ilk bilgiye Asur Kralı III. Salmanazarın MÖ. 855 te zapt ettiği Sitamrat yerleşimiyle ulaşmaktayız. Bu yerin Rumkale olduğu ifade edilmektedir. Rumkale çevresi bölgedeki stratejik konumu sebebiyle Med, Pers, Helenistik ve Roma dönemlerinde de iskan görmüştür. Hz. İsanın havarilerinden Johannes (Yuhanna) in Roma döneminde Rumkaleyi mesken yaparak kayadan oyma bir odada incilin nüshalarını çoğalttığı rivayet edilir. 11. yüzyılda Rumkale Hromgla adıyla önemli bir konumdadır. 1113 te III. Grigoris Rumkaleyi Joscelinin dul karısından satın almış, katolikosluk (baspiskoposluk) makamını buraya yerleştirmiştir. Şair aziz Nerses mezheplerin birleştirilmesi nedeniyle imparator elçileri, Kaysum ve Yakubi bas patrikler ile Rumkalede toplantılar yapmıştır. 13. Yüzyılda Rumkalede bir çok Yakubinin olması sebebiyle Yakubi Patrigi II. Ignace, Rumkalede bir kilise yaptırmıştır. Sonraları kaleyi patriklik makamı olarak seçmiştir. 1279 da kaleyi kuşatan Memluklular bu aşamada kaleyi zapt edememişlerdir. Ancak Mumluklu sultanı Melik el-Eşref 1292 de Rumkaleyi tekrar kuşatmış olup, Rumkalenin fethi gerçekleşmiştir. Sultanın emriyle Suriye naibi Sancar Suca tarafından tamir ettirilen Rumkale, Kalat el Müslimin adını almıştır. Daha sonraları ise Kale-i Zerrin (Altın Kale) olarak adlandırılmıştır. Rumkale Memluklular zamanında yeniden uç kalesi olarak kullanılmışsa da, eski parlak dönemini bir daha yasayamamıştır. 1516 da Osmanlıların eline geçen Rumkale, Halep Eyaletinin Birecik Sancağına bağlı bir kaza haline getirilmiştir. 17. yüzyılda Evliya çelebi, Rumkalenin bir tepe üstünde sağlam bir kale olduğunu, dışarıda camii, hanı, hamamı ve küçük bir çarsısı bulunduğunu belirtir. Katip Çelebi de burasının bahçe ve meyvelerinin bolluğunu vurgulamıştır. Rumkale; üç yanı zümrüt yeşili göl ve bunu çevreleyen dik, sarp kayalıklı tepelerle çevrili doğa ve insan harikası bir yerdir.
Rumkale'ye ulaşım için iki güzergâh bulunmaktadır. Birinci güzergah, Gaziantep'in Yavuzeli ilçesinden doğuya doğru yaklaşık olarak 30 km. gidilince kasaba köyünün güney eteğindeki Rumkale'nin karsı kıyısına ulaşılır. Rumkale'ye geçmek için Kasaba köylülerine ait küçük balıkçı teknelerini ve Gaziantep Valiliğine ait tekneyi kullanmamız gerekmektedir. İkinci güzergah ise, Şanlıurfanın Halfeti ilçesi olup, ilçeden teknelerle kaleye ulaşım sağlanır. Her ne şekilde giderseniz hafızalarınızda yıllarca unutamayacağınız güzelliklerle birlikte geri dönersiniz.
|
Tilbaşar Kalesi |
|
Oğuzeli ilçesinin yaklaşık 12 km. kadar güneydoğusundaki Gündoğan Köyü'nde yer alan Tilbaşar Kalesi, M.Ö. 3000 yıllarına kadar giden ve tunç çağlarından itibaren iskan görmesinden dolayı oluşan birikimle oldukça yüksek görünen Tilbaşar Höyüğü'nün üzerinde yapılmıştır. Tarih öncesi devirlerden sonra klasik çağlarda da, yakınında kurulmuş olan ve Abara ismi ile anılan antik kentte yerleşim devam etmiştir. Tilbaşar Kalesi, M.S. 11. ve 12. yüzyıllarda Haçlı Seferleri sırasında, önemli ticaret yollarına ve stratejik kavşaklara hâkim ve yüksek bir tepeye (höyüğü) sahip olduğundan yeniden ele alınmış, höyüğün etrafında oluşan şehir bir sur ile çevrilmiş ve höyüğün üzerinde de sağlam bir kale inşa edilmiştir. O zamanki adı olan Tel-Başir, sonradan Tilbaşar olarak anılmaya başlanmıştır. 1995 yılında Yrd. Doç. Dr. Rıfat Ergeç başkanlığında Gaziantep Arkeoloji Müzesi ile Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü'nün birlikte yürüttüğü arkeolojik kazılarda höyük eteklerinde Eski Tunç Çağı, Bizans, Eyyubi ve Haçlı dönemlerine ait yerleşim yerleri ortaya çıkarılmıştır. Anadolunun sayılı büyük höyüklerinden olan Tilbaşar Höyüğü üzerinde, yer yer Haçlı dönemi kalesinin kesme taştan duvar kalıntıları ile hemen önünde Türk ve Haçlı ordusunun büyük bir savaşa tutuştuğu şehir surlarının, toprak yığıntısı haline gelmiş kalıntılarını görmek mümkündür. Günümüzde Tilbaşar Kalesi yıkılmış, yalnızca sur ve burçlarına ait bazı izler görülebilmektedir. Bunlar da kalenin yeterince mimari yapısı hakkında yeterli bilgiyi vermemektedir.
Tilbaşar, kareye yakın biçimde, yaklaşık 60 hektarlık bir alanı kaplayan ve bir aşağı bir de yukarı kentten oluşan, önemli bir ören yeridir. Yaklaşık 40 m. yüksekliğindeki bu tepenin üzerindeki, Haçlı Seferleri sırasında 50 yıl kullanıldığı antik kaynaklardan bilinen bir kale kalıntısı ve bugün çok az kısmı toprak üzerinde olan sur duvarları yer almaktadır. XII. yy ilk yarısında Urfa(Edesse)Kontluğu yapmış Baudouin de Boulogne ve Jocelin de Courtenay'e saray hizmeti görmüştür.
Tilbaşar (Tel-Başir), büyük ve yüksek bir höyük ile onun eteğindeki bir aşağı şehirden oluşmaktadır. Bu aşağı şehir, Ortaçağda bir sur ile çevrilmiş olup, surun izleri görülmektedir. Ortaçağ şehri ile çağdaş olarak da höyük üzerine bir kale inşa edilmiştir. Kale taşları köylüler tarafından sökülerek, çevre köylerdeki köprü-okul-camii vb. inşaatlarda kullanıldığı için toprak üzerinde çok az kalıntı görülmektedir. Yapılan yüzey araştırması ve kazı çalışmaların sonucunda; sistemli bir şekilde toplanan seramik parçaları, bu yerleşmenin en geç 15.yya ait olduğunu göstermiştir. Kalenin Ortaçağ surlarının bir tanesinin güzergâhı izlenmiş, bu sura ait kare planlı kulelerin çoğu ve bir adet sekizgen kule saptanmıştır. Ayrıca kentle ilişkili yollar ve kentin başlıca dört kapısı üzerine veriler elde edilmesi sağlanmıştır. Kapılardan biri batıda Antep yönüne, ikisi güneyde Antakya ve Halep yönüne, biride doğuda Urfa yönüne açılmaktadır. Bu son kapı kentin ana girişini oluşturmakta ve buraya Sacır suyu üzerindeki bugün hala ayakta olan bir köprüden geçilerek ulaşılmaktadır.
Aşağı şehrin buluntuları arasında; Orta-Son Tunç Çağı seramikleri, taş temelli kerpiç küçük yapılar, Orta Çağa ait demir aletler, bir Uruk silindir mühür ile gümüş sikkelerden oluşan bir Ortaçağ-İslami definesi çıkmış olup; aynı zamanda atı ile birlikte gömülmüş bir erkeğe ait mezar çukuru ortaya çıkarılmıştır. İskeletin el ve ayak bileklerinde tunç halkalar, atın altında ise bir tunç ok başı bulunmuştur. Yüzeyde bol miktarda Kalkolitik (Uruk, Ubeid, Halaf) dönem malzemeleri çıkmasına rağmen; tabakalarda bu izlere rastlanmamaktadır.
Yukarı şehirde ise; III binyılının ikinci yarısında Tilbaşarın bir bölümü yapılan çalışmalar sonucu basamaklı bir terasla kaplı olduğu anlaşılmıştır. Bu büyük teras, Neolotik ,Kalkolitik ve İlk Tunç Çağı başlangıcına ait tabakaların üzerine inşa edilmiştir.
Buluntuları arasında İlk ve Orta Tunç Çağı seramikleri, hayvan kemikleri, bronz iğne, kornalin ya da doğal kristal boncuklardan oluşan gerdanlık yer almaktadır.
|
Bugün 4 ziyaretçi (10 klik) kişi burdaydı!
| | | | | | | |