Gaziantep Muzesi1
Belkıs/Zeugma bu günkü konumuyla, Gaziantep İli, Nizip ilçesinin 10 km. doğusunda, Birecik Baraj gölünün kıyısında, yeni Belkıs köyünün yakınında yedi tepe üzerine kurulmuş antik bir kenttir. Yaklaşık olarak 21 bir dekarlık bir arazi üzerinde yer almaktadır.
Zeugma’dan Strabon, Plinius ve birçok antik yazar bahsetmiştir. Büyük İskender’in generallerinden Selevkos Nikator I, M.Ö. 300’de, İskender’in Fırat’ı geçtiği bu yerde, kendi adıyla Fırat’ın adını birleştirerek Selevkeia ad Euphrates( Fırat Seleukeia’sı) ismiyle antik kenti kurmuştur. Bu kentin karşısına da eşi Apameia’nın adıyla ikinci bir kent kurarak, bu ikiz kenti bir köprüyle birbirine bağlamıştır. Kommagane kralı Mitridates I. Kallinikos’un, Selevkos kralının kızı Leodike ile evlenmesiyle kent, çeyiz olarak Kommagane krallığına verilmiş. Leodike’nin oğlu Antiokhos I, bu kentin geliriyle Nemrut dağındaki heykelleri yaptırmıştır. Yaklaşık 40 yıl Kommagene’nin dört büyük şehrinden biri olan kent, M.Ö. 64 de Roma İmparatorluğu’nun topraklarına katılarak, ismi geçit ve köprü anlamına gelen “Zeugma” olarak değiştirilmiştir.
Roma döneminde kent en zengin dönemini yaşamıştır. M.S. 256 yılında Sasani kralı Şapur I, Zeugma’yı ele geçirerek yakıp yıkmış, daha sonra kent bir depremle alt üst olmuştur. Bu tarihten sonra artık Zeugma bir daha kendini toparlayamamış ve eski ihtişamına ulaşamamıştır. Zeugma 5 ve 6 yüzyıllarda Bizans hakimiyetine girmiştir. 7. yüzyılda ise Arap akınları neticesinde terk edilmiştir. Daha sonraları 9-12. yüzyıllar arasında İslami yerleşimi olarak varlığını sürdürmüş. 17. yüzyılda ise yanı başına Belkıs köyü kurulmuştur.
Antakya’dan Çine uzanan tarihi ipek yolu Zeugma’dan geçmekteydi. Ayrıca Batıdan Dülük, Güneyden Antakya, Halep ve Palmira, Doğudan ise Edessa’dan gelen antik yollar da Belkıs/Zeugma’da birleşmekteydi. Uzak doğudan getirilen ipek, baharat ve değerli taşlar Zeugma gümrüğünden geçerek Zeugma agorasında (Pazaryeri) tüccarlara pazarlanmıştır. Arşiv odasında ele geçen ve dünya rekorları kıran, 100.000. (yüz bin)’in üstündeki mühür baskıları Zeugma kentinin haberleşme ve ticaretteki önemini kanıtlamaktadır. Mühür baskıları mektuplarda, noter belgelerinde, para torbalarının ve gümrük balyalarının v.b. mühürlenmesinde kullanılmaktaydı. Zeugma bu bölgede ticaretin merkezi konumundaydı. Bu kent Roma’nın doğu sınırında en son kentlerden biri olması sebebiyle, stratejik konuma sahipti. Bu nedenle burada önce Anadolulu askerlerden oluşan ve “Sikitia (İskit) Lejyonu” adı verilen askeri birlik, sonraları ise 6 bin askerden oluşan “IV. Lejyon” konuşlandırılmıştır. Ticaretin yoğunluğu, askeri lejyonun ekonomiye katkısı dolayısıyla Zeugma kenti oldukça zenginleşmiştir. Bu zenginlikle birlikte “Fırat manzaralı teraslara” çok sayıda villa inşa edilmiştir.
Zeugma’da, Fırat kıyısından küçük yükseltiler ve yamaçlarla 300 m. yükselen akropol tepesinde tüccarların ve kentin koruyucusu Tykhe tapınağı mevcuttu. Çevresindeki ovalara hakim, kartal görünümlü olan bu tepe, aynı zamanda Zeugma’nın büyüklüğünü ve görkemini de yansıtmaktaydı. Bu tapınak Zeugma’nın kendi darp ettiği sikkeler üstüne resmedilmiştir. Kentin kuzeyinde toprak altında; agora, adion ve hamam gibi resmi binalar, batısında; tiyatro, askeri kamp, kuzey batısında; atölyeler, doğusunda ise villaların olduğu teraslar mevcuttur. Nekropol alanı kenti güney ve batıdan iki ucu Fırat nehriyle sonlanan yarım ay biçiminde sarmıştır.
Zeugma kentinin suyu, şehrin 10 km. batısındaki dağlardan 1.30 m. yüksekliğinde 0.50 m. genişliğinde su kanallarıyla getirilerek, kanal, künk ve benzeri tali su yollarıyla şehir içine dağıtımı yapılmıştır. Her evin iki adet sarnıcı mevcuttu. Kullanılan su tahliye kanallarıyla galeri biçimindeki atık su kanallarına bağlanmıştır. Sonuç olarak Zeugma’nın kusursuz bir su şebekesi ve alt yapı sistemi mevcuttur.
Evler; ortasında bulunan sütunlu avluların etrafında yer alan odalara sahiptir. Odalar ışığını demir korkuluklu ve camlı geniş pencereleriyle bu avludan almaktaydı. Evlerin tabanı mozaik, duvarlar fresklerle bezenmiş olup, odalar mobilya, heykel ve sair heykelciklerle donatılmıştır. Zeugma’lı mozaik ustası Fırat nehrinden topladığı nehir taşlarını 8-10mm ebadında kübik biçiminde keserek (tessera) mozaikleri yapmıştır. Şayet, açık mavi, açık ve koyu yeşil ve turuncu gibi renkte taşları doğa da bulamaz ise bu renkleri cam tesseralarla elde etmiştir.Aynı zamanda Zeugma’ya Samsat gibi diğer şehirlerden de mozaik ustası gelerek çalıştığı saptanmıştır. Söz gelimi Samsatlı Zosimos ustanın Venüs’ün doğuşu ve Ziyafet sofrası adlı iki mozaiği ele geçmiştir. Mozaiklerde mitolojik ve tiyatro sahnelerinden seçilen konular işlenmiştir. Ele geçen mozaikler Roma İmparatorluğunun en zengin olduğu, sanatının doruğu ulaştığı 2. ve 3. yüzyıla aittir. Duvar resimlerinde ise tanrıça, insan, hayvan ve geometrik resimler kullanılmıştır. Renkler dün yapılmış gibi canlıdır. Bunun yanı sıra yontu sanatı da oldukça gelişmiştir. Öyle ki Zeugma’nın kendine özgü heykeltıraşlık ekolü oluşmuştur. Bronz, kireç taşı ve mermerden heykeller, sert kalkerden lahitler yapılmıştır. Erkekler için kartal, kadınlar için ise yün sepeti kabartmalı mezar stelleri de yontulmuştur. Yüzük taşı oymacılığında da (gem, kameo) Zeugma’lı ustalar çok başarılıdır. Antik dönemde varlıklı her kişinin bir yüzük mühürü mevcuttu. Mühründe sevdiği tanrının, tanrıçanın, hayvanın veya kişinin resmi bulunurdu. Bu figürler yaklaşık 3-7mm. ebadında olup, merceğin henüz keşfedilmediği o dönem için düşünülmeye değerdir.
Belkıs-Zeugma’da ilk kazı, kaçak kazı ihbarına istinaden güney nekropolünde Gaziantep Müze Müdürlüğü tarafından 1987 yılında gerçekleştirilmiştir. Burada oda biçimli aile kaya mezarının ön terasına dizilmiş halde mezar sahiplerine ait heykeller bulunmuştur. Diğer kazı 1992 yılında yine bir ihbar sonucunda yapılmış ve şarap tanrısı Dionysos ve eşi Ariadne’nin düğününün resimlendiği bir taban mozaiği ve villa gün ışığına çıkarılmıştır. Bu alan seyir yeri yapılarak küçük bir müze olarak düzenlenmiştir. 7 yıl süresince Zeugma’ya gelen ziyaretçiler hayranlıkla bu mozaiği seyretmiş ve Zeugma kentinin büyüklüğü o zamandan beri ziyaretçilere görsel olarak sunulmuştur. 15 Haziran 1998 yılında ise bu mozaiğin büyük bir kısmı çalınmıştır.
Birecik Barajının yapımı sebebiyle Zeugma’da kurtarma kazılarının yapılması için bütün üniversitelere çağrı yapılmıştır. 1993 yılında West Avustralya Üniversitesi ve 1995 de Nantes Üniversitesi bu çağrıya cevap vermiş ve Gaziantep Müzesiyle birlikte katılımlı kazılara başlanmıştır. Fakat, kurtarma kazısı yapılacak alanlarda yılda bir, iki ay kazı yapmakla pek fazla bir şeyin kurtarılamayacağı bu kazılarda saptanmıştır.Gaziantep Valiliğinin desteğiyle, İl Özel İdaresi, SANKO Holding ve Birecik Barajı konsorsiyumun maddi katkılarıyla ve Gaziantep Müzesi sorumluluğunda Arkeolog Mehmet ÖNAL başkanlığında kurtarma kazı çalışmalarına hız verilerek 1999 ve 2000 yıllarında A-bölgesinde hiç ara vermeden çalışılmıştır. Bu çalışmalarda Poseidon ve Euphrates villaları gün ışığına çıkarılmıştır. Mozaikler bu villaların sığ havuz, çeşme ve odaların tabanında yer almaktaydı. Konuları ise Akhileus, Venus’un doğuşu, Dionysos-Telete, Müsalar, Fırat tanrıları, Galatya, Dionysos-Ariadne, Satyros Antiope vb. teatral, mitolojik sahnelerle, geometrik desenlerden oluşmaktadır. Fresk ve stüko tekniğinde yapılmış figürlü, bitkisel, geometrik duvar resimleri gün ışığına çıkarılmıştır. Çok sayıda sikkenin yanı sıra bronz ve pişmiş toprak heykelcik, kandil ve çömlekler bulunmuştur. Ayrıca; sırt üstü yatar şekilde duran Savaş Tanrısı ünlü bronz Mars heykeli de bu buluntulardan bir tanesidir. Sular yükselirken yapılan bu kurtarma kazılarında ele geçen mozaikler, freskler, mimari parçalar ve benzeri tüm buluntuların çizimleri yapılıp belgelendikten sonra, su altında kalmaktan kurtarılarak Gaziantep Müzesine taşınmıştır.
Zeugma A-bölgesi su altında kaldığında, B- bölgesinde Kültür Bakanlığının izniyle, GAPİdaresi’nin (Güney Doğu Anadolu Projesi) organizasyonunda, PHİ (Packard Humanities Institutes)’nün maddi katkılarıyla, Oxford Unit ve Gaziantep Müzesinin şemsiyesi altında çok uluslu bir arkeoloji ekibiyle Temmuz 2000 de kurtarma kazılarına başlanılmıştır. Bu çalışmalarda Zeugma kentinin evleri, kilisesi, arşivi ve stoası hakkında yeni bilgilere ulaşılmıştır. Ziyafet sofrası, Europa’nın kaçırılışı ve Eros mozaikleri, freskler gün ışığına çıkarılmıştır. Antiokhos steli, heykelcikler, sikkeler, bronz kazanlar ve çömlekler bulunmuştur.
İtalyan CCA restorasyon ekibi bu çalışmalarda görev almıştır. Birecik baraj gölü sularının B bölgesine de ulaşması sebebiyle kurtarma kazı çalışmalarına 4 Ekim 2000 de son verilmiştir. Son durum itibariyle Zeugma’nın yaklaşık 1/4’lik bölümü Birecik Barajı gölü suları altında kalmıştır.
Kurtarma kazıları sonucunda ele geçen sanat şaheserleri, Zeugma’nın önemli bir sanat merkezi olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Zeugma’nın su altında kalmayan büyük bölümünde de villalar, tiyatro, sütünlu caddeler, hamam, agora ve tapınak 3-4 m. toprağın altında uyumaktadır. Gaziantep Valisi M.Lutfullah BİLGİN, 2003 yılında Zeugma’da kazmayı vurarak restorasyon amaçlı kazı çalışmalarını başlatmıştır. Gaziantep Müze Müdürlüğü başkanlığında Arkeolog Mehmet ÖNAL’ın sorumluluğunda yapılan kazı çalışmalarında Dionysos Villasının kazısı tamamlanarak restorasyona hazır hale getirilmiştir. Ayrıca, Dionysos villasının batı bitişiğinde Danae villası kısmen açığa çıkarılmıştır. Bu villada ünik bir mozaik olan “Danae ve Diktys” konulu taban mozaiği meydana çıkarılmıştır. 2004 yılında ise bu evin avlu kısmının (Perystil) kazısı tamamlanmıştır. Anılan, villaların restorasyon projelerinin çalışması devam etmektedir. Bu iki villanın restorasyonu neticesinde, Zeugma açık hava müzesinin başlangıcı yapılmış olacaktır. Zeugma’ya gelen ziyaretciler, Zeugma mozaiklerini villalarda orijinal mekanlarında görebilecektir.
Ayrıca, 2004 yılında Fransa Nancy Üniversitesinden C.Abadie-Reynal’da Gaziantep Müzesiyle, Zeugma Tiyatrosunda katılımlı kazı çalışmalarına başlayarak, tiyatroya ait 6 adet oturma sırasını (Cavea) kısmen açığa çıkarmıştır. Bu kazı çalışmaları Zeugma kentiyle birlikte bölgenin de talihini değiştirecektir. Zeugma'da yapılacak kazıların daha yüzlerce yıl devam edecek olması nedeniyle, 2005 yılından itibaren Zeugma kazı başkanlığı, Ankara Üniversitesi, Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi, Arkeoloji Bölümü öğretim görevlisi Doç. Dr. Kutalmış GÖRKAY'a verilmiştir.
Kurtarma kazıları sonucunda ele geçen sanat şaheserleri, Zeugma'nın önemli bir sanat merkezi olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Zeugma'nın su altında kalmayan büyük bölümünde de villalar, tiyatro, sütunlu caddeler, hamam, agora ve tapınak 3-4m. toprağın altında bulunmakta olup, gün ışığına çıkarılacağı günü beklemektedirler. Önümüzdeki yıllarda bu alanlarda yapılacak kazılar neticesinde oluşacak olan açık hava ve ören yeri müzesi Zeugma kentinin eserlerinin yerinde görülebilmesini sağlayacaktır.
Zeugma Web Sitesi
DÜLÜK ANTİK KENT
Dülük, Gaziantep ilinin 10 km kuzeyinde, Antik dönemde ise güney, kuzey, doğu ve batıdan uzanan ticaret yollarının kesiştiği kavşak noktasında yer almaktadır. Asurlular döneminde Mezopotamya’dan Kilikya’ya uzanan yolun; Helenistik ve Roma döneminde ise, Antakya ve Kilikya’dan Zeugma’ya uzanan ipek yolunun güzergahında bulunmaktaydı.
Dülük’te Keber tepesinde yapılan bilimsel kazılarda Alt Paleotik döneme ait çakmaktaşı aletler ve bu aletlerin yapıldığı atölyeler bulunmuştur. Bu taş aletler özgün bir karakter kazandığından literatürde “Dülükien” olarak adlandırılmıştır. Bu dönemde barınma için kullanılan bir mağara (Şarklı Keper Mağarası) da ele geçmiştir. Bu kalıntılara dayanılarak Dülük M.Ö. 600.000 yıllarına tarihlenmekte olup, dünyanın en eski yerleşimlerinden biri olarak gösterilmektedir.
Tarihte Doliche olarak bilinen kent Hititler’in baş tanrısı Teşup’un din merkezi olmuştur. Klasik dönemlerde de önemini koruyan Doliche ve baştanrısı Teşup; Roma döneminde de önemini koruyarak Jupiter Dolichenus diye anılmaya başlanmıştır. Bu inanç Romalı askerler sayesinde Avrupa içlerine, İngiltere’ye, Kuzey Afrika’ya kadar yayılmıştır.
Dülük, antik kent ve kutsal alan olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Antik kent bugün Dülük köyünün kuzey bitişiğindeki Keber tepesi ve çevresinde toprak altındadır. Kutsal alan ise Dülük köyünün yaklaşık 3 km. kuzeyinde, sedir ve çam ağaçlarıyla kaplı, 1.020 rakımlı Dülük Baba tepesinde yer almaktadır.
Dülük; Teşup, Zeus ve Jüpiter Dolikhenos inançlarının kült merkezidir. Burada Hitit imparatorluk döneminde (M.Ö. 2.bin) gök ve fırtına tanrısı Teşup’un tapınağı mevcuttu. Teşup sol elinde şimşek demetiyle, sağ elinde çift ağızlı baltayla boğa üstünde durur halde taş üzerine kabartmaları işlenmiş, bronz heykelcikleri yapılmıştır. Hellenistik ve Roma döneminde Teşup’un işlevi aynı, fakat sadece adı Zeus, ve Jüpiter olarak değişmiştir. Roma’lı askerler tarafından Jüpiter Dolikhenos kültü sevilip büyük saygı görmüştür. Kendilerine güç versin diye, Jüpiter Dolikhenos’un küçük heykelciklerini kolye olarak boyunlarına takan askerler, bu dini Roma’ya kadar yaymışlardır. Dülük’de Mitra inancı da mevcuttu. Dünya’da bilinen yer altına inşa edilen Mitras tapınaklarının (Mithraeum) en büyüğü, Dülük’te Keber tepesinin güney eteğinde bulunmuştur. Bu tapınak iki salonlu olup, yer altı tapınağının mihrabı konumundaki merkezi nişte Tauroktoni adı verilen boğa öldürme sahnesi kabartma halinde işlenmiştir.
Tanrı Mitras, gezegenleri simgeleyen yıldızlar, takım yıldızlarını simgeleyen akrep, yılan, köpek vb. gibi figürlerin de eşliğinde bir boğayı öldürürken resmedilmiştir. Astrolojiye göre Yunan ve Roma döneminden önce ekinos boğada idi. M.Ö. 4000-3000 de gerçekleşen Boğa çağının sonu, boğa öldürme sahnesiyle ifade edilmiştir. Perseus takım yıldızının tam boğa üzerindeki konumu, boğayı Perseus’un öldürdüğü kavramını yaratmıştır. Bu sahnede Perseus’un yerine geçen Mitras boğanın gücünü yok etmekte, bahar ekinoksunu boğa burcundan çıkarıp, koç burcuna sokmaktadır. Bu sahne, Boğa çağınının sona erdiğini, yeni bir çağın başladığını simgelemektedir. Ayinleri gizli olan bu tapınım çoğu Roma ordusunun askerleriydi. Üyeleri arasında bürokratlar, tüccarlar ve köleler de bulunmaktaydı. M.S.1. yüzyılda Tarsus’dan yayılmaya başlayan Mitras kültü, 3. yüzyılda İskoçya ve Büyük Sahra’ya kadar ulaşmıştır. Mitras ayinlerinde kurban edilen boğanın kanıyla hem yıkanılır hem de içilirdi. Böylece yok olan bir çağı simgeleyen boğanın temsil ettiği tanrının güçüne ve ölümsüzlüğüne kavuşulacağına inanılırdı. Dülük Mitras tapınağı Gaziantep müzesi ile Almanya’dan Münster Üniversitesinin katılımlı kazıları sonucunda 1997 ve 1998 yıllarında ele geçmiştir. Anadolu’da bulunan Mitras yer altı tapınağının ilkidir.
Bizans döneminde de Dülük kenti Hititlerden beri süregelen kutsal şehir konumunu başpiskoposlukla devam ettirmiştir. Bu dönemde “Telukh” adıyla bir eyalet merkezi olmuştur. İslami akınları neticesinde Dülük kenti oldukça tahrip olmuş. Başpiskoposluğun 7. yüzyılda Zeugma’ya taşınmasıyla birlikte ise dini merkez konumunu kaybetmiştir. Bu tarihten itibaren Gaziantep kalesi çevresinde kurulan yeni bir şehir olan “Ayıntap” Dülük kentinin yerini almaya başlamış ve günden güne küçülen Dülük, Ayıntap’a bağlı bir köy haline gelmiştir. Dülük kutsal alanı ise, evliya Dülükbaba’ (Davut Ejder) nın türbesiyle “kutsal alan” kimliğini günümüze kadar taşımıştır.
Bugün Dülük’te geçmişin kanıtı olarak en eski yerleşim, Keber tepesinin güneyindeki prehistorik mağaradır. Ayrıca Keber tepesinin karşı sırtlarında Nekropol alanı vardır. Burada çok sayıda kayaya oyulmuş oda mezarları mevcuttur. Bu kaya mezarların bazısının ön odasına taş basamaklarla (Dramos) inilerek ulaşılmaktadır. Mezar içerisinde lahitler bulunmaktadır. Bazısında dini mitolojik konulu kabartmalar mevcuttur. Bunların birinde ruh anlamına gelen Psikhe’ye Hermes ölünün ruhunu yer altı dünyasına (Hades) götürmesi için yol göstermektedir. Bazı mezarlarda ise baktığını taşa çeviren Meduza başı kabartma olarak işlenmiştir. Antik dönemde de ölüm sonrası dirilme inancı vardı. Bu sebeple “ölünün evi” olarak bu mezarlar günlük yaşanılan ev biçiminde yapılmıştır. Nekropol ün doğusunda Mar-Slemun manastırına ait olduğu tahmin edilen iki kaya kilisesi de vardır. Ayrıca Dülük köyünün doğusunda antik taş ocakları mevcuttur. Dülük baba tepesinde, Jüpiter Dolikhenos tapınağının arşitrav parçaları ve taban döşemesine ait yassı blok taşlar az sayıda da olsa toprak üstüne yayılmıştır. Bu alanda Münster Üniversitesi tarafından kazı çalışmaları yapılmaktadır. Ayrıca burada Jüpiter Dolikhenos tapınağındaki görevlilere ait kaya mezarları mevcuttur. Taş basamaklarla inilen mezar girişlerinde dairevi biçimli kapak taşları, mezar içlerinde ise girlantlı lahitler mevcuttur. Bunların 17 adedi Gaziantep müzesi tarafından temizliği yapılarak ziyarete açılmıştır.
Mühür baskılarını içeren Dülük arşivi kaçakcılar tarafından yağmalanmıştır. Çok sayıda mühür baskısı yurt dışına kaçırılmıştır. Mühür baskıları yüzük taşı ve mühürlerin kil çamuruna basılmasıyla yapılan mühür baskıları üzerinde tanrı, tanrıça, kişiler ve hayvanlar gibi çeşitli resimler mevcuttur. Resmi ve özel mektuplarda, belgelerde, para torbaları ve balya vb. nesnelerin mühürlenmesinde kullanılmış olup, mühürlenilen eşyanın güvenliğini sağlamıştır. Bu mühür baskılarından bir gurubu Gaziantep müzesinde teşhir edilmektedir.
600.000 yıl öncesinden günümüze uzanan Dülük köyü geleneksel kesme taştan evleri, camisi ve Musa Kazım türbesiyle yöreye özgü geleneksel tarihi mimari özelliğiyle de görülmeye değer yerlerin başında gelmektedir..
Dülük Antik Kenti, bugün Dülük köyünün kuzey bitişiğindeki Keber tepesi ve çevresinde yer almakta olup, ulaşım için Gaziantep - Yavuzeli istikametinde giderken Otoyol gişelerine ulaşmadan sol tarafta Beylerbeyi köyü içinden geçen yaklaşık 4 km'lik asfalt bir yolla ulaşılır. Köyün girişine geldiğinizde yön levhaları size yardımcı olacaktır.
Çam ağaçlarıyla kaplı, 1.020 rakımlı Dülük Baba tepesinde yer alan Dülük Antik Kenti kutsal alanına ise, Gaziantep şehir merkezine yaklaşık 4 km uzaklıktaki Gaziantep - Adana yolu üzerindeki Dülük Ormanları içinden sağlanmaktadır. Ayrıca Dülük Ormanları içerisinde halkın piknik yapabileceği alanlarda mevcuttur.
GAZİANTEP MÜZELERİ
TİLMEN HÖYÜK


Tilmen Höyük, İslahiye İlçesinin l0 km. doğusunda, Karasu çayı kıyısında
bulunmaktadır. Tilmen Höyük, İslahiye ve civarında sayıları 50’ yi geçen
höyüklerin en büyüklerinden birisi olup, 21 m. yüksekliktedir. Surlar yer yer
dörtgen şeklindeki kulelerle takviye edilmiştir. Höyüğe ait buluntular eski
Mezopotamya ve Suriye kültürleri ile eski Anadolu kültürleri arasındaki bağı ve
karşılıklı ilişkiyi göstermektedir. Tilmen Höyük ilk olarak 1958 yılında Prof.
Dr. Bahadır ALKIM ve Asistanı Refik DURU tarafından tespit edilmiş ve arkeolojik
kazılar 1972 yılına kadar aralıklarla devam etmiştir.
Yapılan bu arkeolojik kazılar neticesinde höyüğün üzerinde kalın bir moloz
tabakası altında anıtsal yapılar ortaya çıkartılmıştır. Bunlar arasındaki büyük
bir yapının en erken evresi, planı ve ortostatlı duvarları ile Antakya yakınında
Amik Ovası'ndaki Alalah höyüğünün 7. kat sarayına çok benzemektedir. Bu dönemde,
Yamhad Krallığı’nın merkezinin Halap(Halep) olduğu ve Kral Yarım-Lim zamanında
Alallah’ın bir süre bu krallığın başkenti olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bir
Mari (Tel Hariri-Suriye) çivi yazılı belgede de, Yamhad'ın 20 krallıktan oluşan
bir birlik olduğu yazılıdır. Bu bilgiye dayanarak Tilmen Höyükteki sarayın en
erken evresinin Erken Tunç Çağı(M.Ö.2000) yani Alalalah’ın 7. tabakasıyla çağdaş
olduğu ve Tilmen’in bu 20 krallıktan birinin merkezi, yani Yamhad krallığına
bağlı bir prenslik olduğu düşünülmektedir. Yapılan kazılar sonucu buranın
tarihinin M.Ö. 4000 yılında başladığı M.Ö III.bin yılının son döneminde büyük
bir şehir olduğu ortaya çıkmıştır. En görkemli dönemini ise M.Ö. XVIII-XV.
yüzyıllarında yaşamıştır. Bu dönemde Tilmen Halep Kralığı'nın yasal
krallıklardan birinin vasali(beylik) idi. Tilmen Höyük, Anadolu’da bölgesinin
Hattuşa’dan sonra en görkemli şehirlerden birisi olmuştur.
Höyüğün kuzeydoğusunda 8 metre yüksekliğinde, 17 basamaklı ve rampayla çıkılan
yuvarlak kuleler vardır. Şehir iç ve dış kaleden oluşmaktadır. Yani iki surla
koruma altına alınmıştır. Kalenin surları büyük ve düzgün kesme taşlardan
yapılmıştır. İnanılmaz büyüklükte ve tonlarca ağırlıktaki taşlarla yükselen
surlar kentin görkemini gözler önüne sermektedir. Surlar kazamatlı duvar
tekniğinde ve birbirine yaslanan masif bloklardan yapılmıştır. Kentin asıl giriş
kapısı doğudadır ve iki yanı kapı aslanlarıyla korunmuştur. Bu kapının dışında
biri kuzeybatıda, öteki güneybatıda yer alan iki ufak giriş daha vardır. Sarayın
girişi de bu güzelliği bizlere kanıtlar niteliktedir.
Yapılan kazılar sonucu höyükten pek çok araç-gereç, çanak-çömlek,
takılar,mühürler, ortastat,ziynet ve süs eşyaları çıkarılmıştır. Günümüzde
“Tilmen Höyük Onarım ve çevre Düzenlemesi Projesi” Prof. Dr. Refik Duru’nun
bilimsel yetki ve sorumluluğuyla Gaziantep Müze Müdürlüğünün Kazı Başkanlığında
devam etmektedir.
Prof. Dr. Refik DURU yetki ve sorumluluğunda yapılan çalışmalar neticesinde
mevcut tahribat giderilerek saray duvarları onarılmıştır. Ziyaretçilerin en
kestirme yoldan, iç surdaki anıtsal merdivene ve tepedeki saraya giden yolların
açılması sağlanmış, Höyüğün doğu yamacındaki surun iri taşlarla örülen bir
bölümü tümüyle kapatan ağaçlar budanarak, sur rahatça görülebilir bir hale
getirilmiştir. Sarayın içindeki yıkıntı tümüyle kaldırılarak yapı büyük ölçüde
eski haline getirilmiştir. Ayrıca muhtemelen Kral ailesinin özel konutu olarak
hizmet veren büyük yapı, Tapınak ve Saray mutfaklarının yıkılan duvarları,
orjinal taşları yükseltilerek, onarılmıştır. 2004 yılında yapılan kazı
çalışmaları neticesinde aşağı şehir diye isimlendirilen kısımda ikinci bir
tapınak daha ortaya çıkartılmıştır.
Yapılan kazılar sonucu höyükten pek çok araç-gereç, çanak-çömlek, takılar,
mühürler, ortastat, ziynet ve süs eşyaları çıkarılmıştır. Tilmen'de kazı
çalışmaları İtalyan kazı ekibi tarafından her yıl yapılmaktadır.
Tilmen Höyük'e Gaziantep'in İslâhiye İlçesinden Yesemek'e doğru giden yolun
yaklaşık 10.km. sinden sola doğru 1 km.lik asfalt bir yol ile ulaşılmaktadır.
İslahiye ilçesinin 10 Km. kuzeyinde, Fevzipaşa Bucağına bağlı Zincirli
Köyündeki Kalıntılar, eski adı Sam’al olan bir krallık kentini ve kalesini
kapsamaktadır. Hitit İmparatorluğu’nun M.Ö. 12. yüzyıl başlarında yıkılmasından
sonra, kurulan Geç Hitit Krallarından birinin merkezi olan kent, M.Ö. 920’de
Aramiler’in egemenliği altına girdi. Daha sonra Sam’al, M.Ö. 743’te Asur’a bağlı
bir devlet haline geldi. M.Ö. 725’te de bu imparatorluğun topraklarına katıldı.
Zincirli’de 1888-1890-1891, 1892, 1894 ve 1902 yıllarında, özellikle, Kral
Humann, Felix Von Luschan ve Robert Koldewey yönetiminde gerçekleştirilen
kazılar sonucu, Zincirli (Sam’al) kentinin sarayları, önemli yapıların yer
aldığı akropolisi ve dış surları ortaya çıkartılmış, kentin ilk kez, M.Ö. 1300
yıllarında surlarla çevrildiği anlaşılmıştır. Kent alanının merkezinde yer alan
yükseltinin üzerinde, bir kale kurulmuş, kalenin içinde ise bir saray inşaa
edilmiştir. Daha sonra, M.Ö. 10-9. yüzyıllar arasında, iki yeni saray daha
yapılmış ve kentin etrafında yer alan çember biçimindeki sur, M.Ö. 7. yüzyılda,
ilkine koşut ikinci bir duvarla takviye edilmiştir.
M.Ö. 900-700 yılları arasında Zincirliyi yöneten krallar arasında Kilamuva ve
Barrakab zamanında kente, geniş çapta bayındırlık faaliyetlerinde bulundukları,
ele geçen bu eserlerden anlaşılmaktadır. Zincirli-Sam’al da, M.Ö. 9. yüzyılın
ikinci yarısından itibaren, saray yapılarında Arami Sanatı’nın egemen olduğu
izlenmektedir. Bu eserlerin en eski örnekleri; Kral Kilamuva’ya (M.Ö. 832-810)
ait, hükümdarın rölyefi ve Arami Yazıtları, bazalt ortostat ve aynı kralı oğlu
veya bir saraylı ile betimleyen küçük boyda bazalt steldir. Sanat tarihi
açısından son derece önemli bu iki özgün eser, Berlin’dedir. Kral Barrakab’ın
egemen olduğu yıllarda, sitadel/iç kale’nin saray yapılarında; heykel, kabartma
ve kaideler ile başlıkları daha çok stilize bitkisel motiflerle bezemeli
sütunların yer aldığı görülmektedir. Barrakab çağına tanık olan ortostatlar,
kuzey direkli yapı’nın doğu kanadında ortaya çıkartılmış ve bunlardan bazıları
yerinde sabit olarak bulunmuştur. Bunların içinde birbirini tamamlayan iki
ortostat İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesi’nde, geri kalanlar ise Berlin
Müzesi’nde bulunmaktadır.
Kazı çalışmaları sırasında birçok heykelin yanı sıra, özellikle, kabartmalarla
süslü çok sayıda stel ve ortostat ortaya çıkartıldı. Bu eserler, M.Ö. 9-7.
yüzyıllar arasındaki Geç Hitit sanatının en güzel örneklerini oluşturmaktadır.
Yapıldıkları döneme göre üslupsal değişiklikler gösteren bu kabartmalarda, saray
ve din çevreleri üzerine, zengin bilgiler veren çeşitli sahneler
canlandırılmıştır. Masa başında oturan bir kadın, tahtında oturan Kral Barrakab
ile bir yazıcı, bir savaş arabasına binmiş savaşçılar, elinde mızrakla bir
kalkan tutan Savaş Tanrısı, savaşçıların ve çalgıcıların yer aldığı bir geçit
töreni, bir ziyafet sahnesi, bir atlı, bir boğa, düşsel hayvanlar,(aslan gövdeli
ve iki başlı, biri aslan, öbürü insan başlı) karma yaratıklar.